5 Ekim 2015 Pazartesi

Hukukçunun kıdemlisi

Hukukçunun kıdemlisi


“Hukukçunun kıdemlisi avukat, avukatın kıdemlisi icracı olur!” 

Bu sözü yabana atarak, avukatlarla ilişkilerini düzgün ve düzeyli olarak oluşturamayan nice hakim ve savcı arkadaşımız, emekli olup da, bir Baro’da avukatlık yapmak istediklerinde, nedense geçmişin ızdırabını yaşıyorlar. 
Barolara başvuru yaptıkları zaman, aralarına katılmak istedikleri avukatların, topluca itirazına muhatap olan nice hakim ve savcı olmuştur. Onların Baro kayıtları çoğu yerde neredeyse Adalet Bakanlığı’nın emriyle gerçekleşmiştir.
İtirazla karşılaşmayan veya itirazları aşarak Barolara üye olup da avukatlık mesleğine adım atanlar ise, çeşitli ekonomik, sosyal ve psikolojik zorluklarla karşılaşmışlardır. Bu zorluğu, duruşma aralarında Baro dinlenme odaları yerine, eskiden görev yaptıkları, önceki makam ve mevkilerinden dolayı saygınlık gördükleri mahkeme kalemlerini tercih etmelerinden ve özel ilişkilerinde avukatların arasında yer bulmakta zorlanmalarından anlıyoruz. 
Bu konuda hiç de sıkıntı çekmeyen, avukatların arasına katılır katılmaz, içeriden birisi gibi hissedilerek kabul gören, avukat olur olmaz Baro yönetimlerine seçilmekle ödüllendirilen hakim ve savcılar vardır. Çünkü onlar mesleklerini yaparken, hukukçu kimliklerini unutmadan ve avukatlarla eşit ilişkiler kurarak, Baro merdivenlerini çıkmışlardır.
Emekli olduktan sonra avukat olan, eski yargıç ve savcılar bürolarını açtıklarında, aldıkları emekli maaşını ofis gideri olarak harcamalarına rağmen içine düştükleri sıkıntıları aşmaya uğraşıp, mesleklerini yapmaya çalışırlarken, bu kez geride kalan yargıç ve savcı arkadaşlarının engelleriyle karşılaşıyorlar. Daha dün oysa kendileri o makamlardaydı ve muhatap oldukları avukatlara da onlar aynı şekilde davranmışlardı. Geçmişte ne kadar güçlü idiler, şimdi ise ne kadar zayıf bir durumda olduklarını düşünüyorlar. 
Diğer yandan avukatlık meslek hayatı boyunca, “Bir avukatın en büyük düşmanının yine en yakınında gibi görünen müvekkil olduğu gerçeği”ni kısa zamanda anlıyorlar. Çünkü, kırk ayrı avukata danışarak gelip, bir de danışma ücretini ödememekle işe başlayan müvekkillerden çekmeye başlıyorlar. 
Oysa daha dün, bu avukatların kolay para kazandığını, kendilerinin onca yıl uğraşıp karar verdikleri dosyalardan dolayı avukatların kolay ve fazla para kazandıklarını düşünüp, açıkça kıskançlık duyuyorlardı. Şimdi ise, vaad edilen paraların ödenmediği, herkesin işi bitince, bir daha avukatın bürosuna uğramadığını çok sonra da olsa öğreniyorlardı. 
Bir avukat bürosunun açılması, yürütülmesi, elektrik, su, telefon, sekreter, kırtasiye, kira, ulaşım giderleri başlı başına görünmeyen giderler olarak karşımıza çıkıyor ve kimse, hatta müvekkiller dahi bunun nasıl döndüğüne dair duyarlılık göstermiyor. Hakimlik ya da savcılık mesleğinden gelerek avukat olmaya, bu kıdeme erişmeye çalışan meslektaşlarımız, aldıkları emekli maaşının gücüne güvenip, hayata maaş gözüyle bakıyorlar ve fakat ofis giderlerinin altından kalkılamaz boyutta olduğunu görünce, apar topar bürolarını kapatıp evlerine çekiliyorlar. Yani işin göründüğü gibi olmadığını anlıyorlar.
Anlıyorlar ki, avukatlar çok çileli bir uğraşı meslek edinmişler ve kolay yoldan para kazanamıyorlar. Avukatların hem hukuki hizmetleri karşılığı beklentileri gerçekleşmiyor, hem de müvekkillerinin kolayca ortaya atıp, kendilerinin de inandıkları, “beni sattı” dedikodusu altında eziliyor, bir de azilleniyorlar. İş bununla kalmıyor, avukatlar potansiyel olarak, müvekkillerinden her an için “haksız kazanç temin etme” suçunun faili olarak yine savcı ve yargıçların huzuruna çıkıyorlar.
Son dönemlerde maliyenin, avukatların “tatlı kazançları”nın peşine düşmesi de gösteriyor ki, avukatlar ciddi bir kıskacın altında eziliyor. 
Avukatların hangi koşullarda mesleklerini yürüttüklerini iş işten geçtikten sonra anlayanlar, eski “güç”lerini kaybetmişler ve “zavallı” konumlarda sürünürken idrak etmiş oluyorlar. 
Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü”nde savcılık ve yargıçlık yapan İvan İlyiç’in sağlıklıyken güçlü, sanıkların ise ne kadar güçsüz olduğunu görüyoruz. Mahkeme salonunda, yargıç “otur” demediği zaman, kimsenin oturamadığı, sorulanlara ayakta yanıt verilmesinin zorunlu olduğu –yasal- saygınlık ortamında, egemenliğin sahte doruğuna ulaşılabiliyor. Defalarca karşılaşmışımdır; özellikle ceza davalarında duruşma sırası geldiğinde, gerekli saygı sınırını aşmadan, müdafii ya da müdahil sırasına oturan avukata, bir çok yargıcın, “otur demeden oturulur mu?” tartışması yaşattığını, duruşma salonundaki egemenlikleri karşısında, alttan alıp, suskun davranıldığını biliyorum.
Duruşma tutanağını dahi avukatlara vermemeyi, mahkeme kalemlerinde avukatlara karşı güvensiz durmayı ayrı bir egemenlik alanı olarak algılayan, avukatların mesleki konumları gereği, birden fazla mahkemede duruşmalara girdiklerini, bu nedenle öncelikle onların dosyalarını alarak, zaman kazandırma nezaketi göstermeyen yargıçlarımız olduğunu biliyoruz. Hele bir de savcı olarak huzuruna ifade almak üzere davet ettikleri avukatlara karşı, burunlarından kıl aldırmayan savcılarımız… Aramıza geldiklerinde, göz göze olduğumuzda, bu tarihsel sürecin ne anlama geldiğini hepimiz daha iyi anlayabiliyoruz.
İvan İlyiç’in karısı Praskovya Fiodorovna’nın, isteklerini yaptırıncaya kadar kendisine karşı çok kaba davranması, aşağılaması; görevi nedeniyle gerçekleşen tayin ve atamalarda uğradığını düşündüğü haksızlıklar; bulunduğu mesleki kariyere göre devlet tarafından ödenen maaşın azlığının getirdiği zorluklar, günümüzde de bir yargıcın ya da savcının meslek yaşamına önemli bir etki yapar. Bugün avukatlar da bu zorlukların altında ezilmekte, toplumsal anlamda beklentilerini gerçekleştirmekten çoğu zaman yoksun kalmaktadırlar. 
Hastalandığında gittiği doktoru, tıpkı eskiden İvan İlyiç’in karşısına gelen sanıklara kendisinin davranmış olduğu gibi davranır. Doktorunun, bütün diğer meslek sahiplerinin profesyonel havasıyla soru yöneltmesini, her defasında kendisinin de mahkemede iken sanık, şikayetçi, tanık ya da avukatlara, “bunu bize bırakın biz ne yapacağımızı biliriz!” edasıyla yönelttiği soru sorma tarzına benzetiyor ve eziliyor. Sanıkların kendisine soru sorduğunda içine düştüğü ezikliği o da doktoru karşısında hissederek, “Biz hasta insanlar kuşkusuz sık sık yersiz sorular sorarız.” diye söze başlayıp, doktora yönelttiği sorular karşısında İvan İlyiç, doktorun kendisine süzerek bakmasını, kendisinin, “Parmaklıklar arkasındaki tutuklu! Eğer yalnızca sorulanlara yanıt vermekle yetinmezsen, seni duruşma salonundan çıkarmak zorunda kalacağım.” demesine benzetiyor. Öyle ya, o da sanık ya da tanıklara aynı şekilde yaklaşıyordu. Bu çarpıcı gerçeği hiç unutmamak gerekir!
Peki hiç bir yan geliri olmadan, stajerliğinden bu yana avukatlık mesleğini yürüten, “çekirdekten” gelme avukatların hali ne? 
Yargıç İvan İlyiç’in durumu iyi iken mahkemede yaşadıklarını ve fakat hasta olduktan sonra içine düştüğü zavallılaşmayı avukatlar kendi bürolarından doğru yaşıyorlar. Bir müvekkil gelir, sizi en büyük avukat yapar, sonra havası alınmış balon gibi yere çakar. Bir avukatın meslek hayatında, kendisini koruyarak mesleğini sürdürmesinin önünde oldukça fazla engel vardır. Verdiği hizmetin karşılığı olarak ödenmesi gereken ücreti almak, bunun serbest meslek makbuzunu düzenlemek ve vergisini ödemek gibi hakkı yoktur avukatın. Çünkü ödenilmesi gereken ücret sürekli “ati”ye bırakılır ve o “ati” bir türlü gelmek bilmez. İşi biten müvekkili de avukatın bürosuna getirmek mümkün olmaz. Doktorların deyimiyle, artık hasta iyileşmiş, ayağa kalkmış ve yapılan işlerin bir mucize olmadığını görmüştü. Geriye dönüp emek sarfeden avukatın parasını ödemek açıkça, “kerizliktir!” Bütün avukatlar bu gerçekle yüzyüzedir. 
Yasal yollara başvurup ücret hakkını talep eden avukata karşı, ilk dilekçeyi yine bir başka avukat meslektaşı yazıverir. Hem Baro’lara ve hem de Savcılıklara arkası arkasına yazılan dilekçelerden başını kaldıramayan avukat, mesleğini “demoklesin kılıcının tehditi” ile yapar.
Geçirilen zorlu süreçler, aşılan engeller o kadar çok ki. İşte bu süreci geçiren avukatları anlamadan, anlamaya çalışmadan, onlara insani ve mesleki yönden hoşgörü ile yaklaşmadan emekli olup da avukatların arasına katılmaya kalkışan hakim ve savcı arkadaşlarımız, esas kıdemin çekirdekten gelerek avukatlık mesleğini yürüten arkadaşları olduğu gerçeğini geç de olsa anlıyorlar. Çünkü meslek hayatlarında Devlet’in yargı erkinin verdiği makam ve mevkiyi sadece kendilerine ait ve hiç ellerinden alınmayacakmış gibi düşünüp öyle hareket edenler, emekli olduklarında neye uğradıklarını şaşırıveriyor, hatta zavallılaşıyorlar. “Emekli bir general hali” tanımlaması tam da uygun düşüyor. İşte İvan İlyiç’in hastalandığı zamanlarda içine düştüğü durum bunun karşılığı oluyor.
Avukatların arasına katıldıklarında, “eski hakim”, “eski savcı” ibaresini avukatlık ibarelerinin önüne eklediklerinde, halk arasında oldukça prim yapıyorlar. Potansiyel müvekkil çevresinde de ücret yönünden lehlerine bir durum oluşuyor. Ancak son zamanlarda Avrupa Birliği’ne uyum süreci ile değişen Türkiye hukuk sistemi ve yasal mevzuat karşısında, hızla emekli olmayı tercih ediyorlar. Çünkü “bildik” yöntemler değişiyor, yeniden ders çalışmak gerekiyor.
“Eski hakim” ya da “eski savcı” olmanın esasen, Yargıtay’ın kararlarının incelenmesi ile neye kadir olduğunu anlamak çok da zor olmuyor. Çünkü Yargıtay, yerel mahkemelerden gelen kararların, yaklaşık yüzde 47’sini bozarak geri gönderiyor. Yani “eski hakim” ve “eski savcı”larımızın, ne kadar isabetli kararlar verdikleri de, yine sistemin kendi içindeki öz denetiminden anlaşılıyor. 
Bu nedenle avukatlık mesleğine ilk adım atıldığından itibaren, sürekli olarak araştırma, sürekli olarak okuma ve hukuk fakültesinde kazandığı muhakeme yapma gücünü diri tutma gibi bir görevi vardır avukatın. Karşımızdaki engeller insani engellerdir ve mutlaka açık bir kapısı vardır. En çok çalışan, kazanacaktır!
Avukatın kıdemlisi
Pisagor’un dediği gibi, “Adalete dayanmayan kuvvet zalim, kuvvete dayanmayan adalet acizdir.” Bir avukatın da her zaman düşünmesi ve gözetmesi gereken husus, aldığı bir kararın icra kabiliyetinin olup olmamasıdır. 
Müthiş bir hukuk mücadelesi vererek sonuca ulaşan avukatın, elindeki karar icra edilemez bir karar ise, bütün zamanı, emeği, dehalığı çöpe gider. Bir hukuk dehası olarak verilen mücadelenin arkasından gelen başarılı ve lehe sonuçlanmış olan bir mahkeme kararı, icraya konularak infaz edilemiyor ise, gidilen yolun mesafesi sıfır kilometredir. 
Bir çok arkadaşın, icra işleri ile meşgul olmayıp, kendilerini “ceza avukatı”, “ağır ceza avukatı”, “arazi davası avukatı”, “uluslararası avukat” diye tanıttığını ve bu ünden de oldukça fazla yararlandıklarını biliyoruz. Ama hukukçu kimlikleri ile değil, yarattıkları haksız rekabetleriyle... 
Oysa ellerindeki bir ilamın, icra ve iflas hukukuna uygun olarak infaz işlemini yapmayı dahi beceremeyecek kadar meslekteki yetersizlik düzeyi tartışılmaz bir çok meslektaşımızın, potansiyel müvekkil ortamında, gerçek hukukçu kimliklerinin dışında, iki ayaklı panoların oluşturduğu imaj ile “ün” sağladıklarını, bu acıklı durumun öteden beri sürgit devam ettiğini biliyoruz.
İşte avukatın da, meslek olarak esasen kıdeminin, elindeki mahkeme kararına infaz kabiliyeti kazandırabilmekten geçtiğinin altını çizelim. 
Avukatlık mesleğinde, belgeye dayalı herhangi bir uzmanlık söz konusu olmamasına karşın, mesleğin başından sonuna sürekli olarak avukatın kendisini yenilemesi, eğitmesi gerekiyor. Değişen yasal düzenlemeleri takip edebilmek, gelişen hukuk bakışını algılayarak buna uygun olarak mesleği sürdürmek, sürekli öğrenmeyi gerektiriyor. 
Kendi gerçeklerimiz üzerinden mesleği sorgulamak, evine çoğu kez ekmek dahi götüremeyen, büro giderlerini karşılayamayan meslektaşlarımızın durumunu gözetmek, bütün hukukçuların kıdem noktasının avukatlıktan, avukatlığın kıdem noktasının ise geniş anlamda icracılıktan geçtiği gerçeğini görmek gerekiyor.
İşte bu nedenle, serbest muhasebeci ve mali müşavirlerin oda örgütlenmelerinin üzerinden bir on yıl geçmemiş olmasına karşın, meslek örgütü olarak avukatların meslek örgütlerinden daha ileri düzeyde mücadele ettiklerini, mesleki yönden daha gerçekçi kazanımlar edindiklerini biliyoruz. Örneğin herhangi bir vergisel iş yapan bir kimsenin mutlaka bir muhasebeci ile birlikte çalışma zorunluluğu ve bir muhasebecinin aylık ücretini ödemeyen mükellefin defterlerini bir başka muhasebecinin tutmasının yasak olduğu gerçeğini dahi göz önüne getirdiğimizde, avukatların ne kadar geri bir düzeyde durduklarını görebiliriz. 
Aynı zamanda, meslekte uzun yıllarını vermiş olanlar ile daha henüz yeni başlamış olanlar arasında, herhangi bir kıdem ayrımı olmaksızın çalışılmaktadır. Artık hiç değilse noterler tarafından yapılan işlerin, belirli bir kıdeme gelmiş avukatlar tarafından yapılabilmesine imkan sağlayan yasal d
üzenlemelerin yapılmasının zamanı gelmedi mi?
Bugün avukatların genel olarak içinde bulunduğu durum, “Çallı’da iş bekleyen amelelerin” durumundan daha iyi değildir. Beden işçisi ameleler azalırken, beyin işçisi serbest meslek sahiplerinin arttığı günümüzde, hizmet ve düşün emeği ile geçinenlerin hayatı yeniden sorgulaması gerekiyor. İşte –bir tercih olmanın ötesinde ise- boşananlar, -yine bir tercih olmanın ötesinde ise- evlenmeden hayatlarını geçirenler ve hatta evi ile bürosunu ortak kullanan arkadaşlarımızın durumu ortadadır.
Aynı ortamda meslek hayatımızı sürdürdüğümüz yargıçlar, savcılar ve avukatlar biraz daha cesaretle birbirlerine karşı güven duymalı ve birbirlerini daha iyi anlamalıdırlar. İşe önce buradan başlamakta yarar görüyorum.

Av. İsmail DUYGULU

25 Şubat 2015 Çarşamba

Medeni hukuk, Kişiler hukuku, Aile hukuku: TAŞINMAZ YÜKÜ, MALVARLIĞI HAKLARI,SATIŞ SÖZLEŞMESİ, MÜLKİYET HAKKI, SINIRLI AYNİ HAKLAR,EŞYAYA BAĞLI BORÇ İLİŞKİSİ , SÖZLEŞMEDEN DOĞAN BORÇ İLİŞKİSİ, ALACAK HAKKI,NİSPİ VE MUTLAK HAKLAR, TMK m. 683, m 839, m 849

OLAY 4 : CEVAP
*Ahmet ile Bahar arasındaki akit gereğince mal sahibi  Bahar , teslim ve mülkiyeti geçirme borcu, alıcı Ahmet ise , mal ücretini ödeme borcu altına girmiştir. Satış sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. Dolayısı ile taraflar hem  borçlu hem de alacaklıdır. Ahmet , satışı bedeli dolayısı ile borçlu durumunda iken , teslim ve alacağı mülkiyetine geçirme bakımından ise alacaklıdır. Bahar ise satış ücreti alma bakımından alacaklı iken , malı teslim etme ve mülkiyeti geçirme bakımından ise borçludur. Bu durum Bahar ve Can içinde bu mantık çerçevesi içinde geçerlidir. Yani sözleşme gereğince taraflara karşılıklı olarak hem borçlu hem de alacaklıdırlar.

*Temlik borcu doğuran bir sözleşme olan Satış sözleşmesi satılanın mülkiyetinin alıcıya geçmesi sonucunu doğurmaz.  Bu sözleşme ile satıcı, satılanın mülkiyetini geçirme borcu altına girer. Mülkiyetin alıcıya geçmesi bakımından, satılanın cinsine göre yapılacak tasarruf işlemine ihtiyaç vardır. Olayımızda Bahar geçirme borcunu Candan yana kullanmıştır.

*Mülkiyetin sahibi Candır. Mülkiyet hakkı; para ölçülebildiği gibi ölçülenemeyen durumlarda mevcut. Bu bakımdan malvarlığı hakları arasında yer alır. Mülkiyet sahibine, eşya üzerinde en geniş yetkileri sağlayan ayni haktır. Ayni haklar;  eşya üzerinde doğrudan doğruya hâkimiyet sağlayan haklardır. Eşyaya malik olan kişi , hukukun verdiği imkan dahilinde , dilediği gibi kullanma, yararlanma, tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. (TMK m683/f1) Can'ın mülkiyet hakkı; mülkiyete konu olan eşyaya bağlı olarak taşınır bir mülkiyettir. Hak sahibi bakımından ise tek kişilik olarak nitelendirilir. Mülkiyet hakkı, ileri sürülebileceği çevre bakımından mutlak haklar arsında yer alır. Hakkın, ihlali olduğunda herkese karşı sürülebilir.

*Ahmet  , Bahar ile yaptığı sözleşme gereği Satılanın teslimi ve mülkiyetin geçirilmesi bakımından  alacaklı hakkına sahiptir. Alacaklı hakkı; Alacak hakkına sahip olan kişiye , borçludan edimin yerine getirilmesini  isteme yetkisi sağlayan haktır. Para ile ölçülebile olup olmama bakımından malvarlığı hakları arasında yer alır. Alacak hakkı ; ileri sürülebileceği çevre bakımından nispi bir hak olup, sözleşmeden doğabileceği gibi, haksız fil, sebepsiz zenginleşme, veya çeşitli kanun hükümlerinden de doğabilir .

*Ahmet, alacak hakkını ancak Bahara karşı sürebilir. Cana karşı ileri sürmesi isabetsizdir. Çünkü iki sözleşme de geçerlidir. Ancak Bahar tercihini Candan  yana kullanarak , sözleşme gereğince,Ahmet'in alacak hakkının muhatabı olmuştur.

*Ahmet ,Denizden alacağını güvence altına almak için , denizin sahip olduğu taşınmaz üzerinde, kendi lehine olarak taşınmaz yükü kurmuştur. Taşınmaz yükü; bir taraftan taşınmaz malikini bir yapma yada verme edimini yerine getirme yükümlüğü altına sokarken , aksi durumda ise borcun ifa edilmemesi durumunda ise, yüklü taşınmaz paraya çevirme yetkisi tanır.( TMK m 839/f1) Taşınamaz yükü;  iki unsurdan oluşur, bunlardan biri   '' söz konusu borcun taşınmazın değeri ile güvence altına alınması'' ve diğeri  '' edim borcu'' dur. Her iki unsurda birlikte taşınmaz yükü yapısını uluşturur. Bağımsız olarak düşünülemez .

*Para ile ölçülebilir olup olmama bakımından mal varlığı hakları arasında  yer alan taşınmaz yükü; eşya üzerinde yetki bakımından bir sınırlı ayni haktır. Taşınmaz yükü ; eşyaya bağlı borç ilişkisi kurduğu için edim borçlusu taşınmaz malikidir. Taşınmaz maliki değişirse , yeni malik, başka bir işleme bulunmaksızın taşınmaz yükün yükümlüsü olur. ( TMK m 849) Bu durum da ,  olayımız da Emin'in  borçtan sorumlu olmadığını ileri süremez,

24 Şubat 2015 Salı

Medeni hukuk, Kişiler hukuku, Aile hukuku: TAŞINMAZ YÜKÜ, MALVARLIĞI HAKLARI,SATIŞ SÖZLEŞMESİ, MÜLKİYET HAKKI, SINIRLI AYNİ HAKLAR,EŞYAYA BAĞLI BORÇ İLİŞKİSİ , SÖZLEŞMEDEN DOĞAN BORÇ İLİŞKİSİ, ALACAK HAKKI,NİSPİ VE MUTLAK HAKLAR, TMK m. 683, m 839, m 849

Ahmet   X  marka parfüm üreticisi A.Ş  sahibi  olarak; parfüm için gül yetiştiricisi Bahar  ile sözleşme kurar. Sözleşme gereği parfüm yapımında kullanılmak üzere  10 ton gül yaprağı alınması kararlaştırılmıştır. Akit gereği söz konusu gül yapraklarının  15 gün içerisinde teslimi olacaktır. 20 gün sonra ise teslim ücret bedeli  a dan alınacaktır diye sözleme kurulmuştur.   Kolânya   üreticisi olan Can söz konusu kalitedeki ve o miktardaki gül yapraklarını satın almak için Ahmet' in Bahara  önerdiği fiyattan çok daha yüksek olarak Bahardan  o gül yapraklarını kendisine satması için öneride bulunmuştur. Bahar  söz konusu öneri kabul ederek bir başka sözleşme Bahar  ile Can  arasında kurularak 10 ton gül yaprağı Cana   teslim edilmiştir. Bu  olayı duyan Ahmet  ise, Can'ın Bahar  ile yaptığı sözleşmeyi ileri sürerek Can'a teslim edilen malların iadesini istemiştir. Can ise kendisinin Bahar ile sözleşme  yaptığını söyleyerek   Ahmet' in istemini reddetmiştir. Geçen süre zarfında Ahmet ile gül üreticisi Deniz  arasında da bir sözleşme kurulmuştur. Söz konusu sözleşmede ise 3 yıl boyunca her yıl 15 ton gül yaprağı a ya teslim edilecektir. Burcun güvence altına alınması için Deniz'in sahip olduğu gül bahçesi  üzerinde  Ahmet  lehine taşınmaz yükü kurulmuştur.  Sözleşmenin kurulmasından bir süre sonra  Deniz, taşınmazı Emin' e satmış ve Emin  adına tescil edilmiştir. Ahmet,  Deniz ile yaptığı sözleşme gereği olarak  yeni malik Emin  den söz konusu malların teslimini istemiştir.  Emin  ise Ahmet ve  Deniz 'in yaptığı sözleşmenin kendisini bağlamadığı için söz konusu teslimi yapmaktan kaçınmıştır.

Soru : Söz konusu olayda, şahısların sahip olduğu hakların niteliği hakkında bilgi veriniz. Taraflar arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesi için izlenecek yolları tartışınız

18 Şubat 2015 Çarşamba

MEDENİ HUKUKA GİRİŞ /KİŞİLER HUKUKU/ AİLE HUKUKU ; Alacak hakkı, borç ilişkisi, mülkiyet hakkı, sınırlı ayni hak Mutlak hak, nispi hak, Alacak hakkı, borç ilişkisi, fer'i mülkiyet hakkı, sınırlı ayni haklar irtifak hakları, rehin hakları, ipotek, bağlı haklar , şerh yoluyla etkisi kuvvetlene haklar, önalım hakkı ; TMK m. 726/f1, 735/f1 , 826/f1,2 , 838/f2 , 881


OLAY 3: CEVAPLARI

AYŞE, lehine alacak hakkı , AYŞE ile a arasındaki borç ilişkisine dayanmaktadır. Alcak hakkı nispi bir haktır. Para değeri ile ölçülüp ölçülmemesi bakımından, malvarlığı hakları içinde yer alır. Alacak hakkın güvence altına alınması hususunda   AYŞE lehine taşınmaz rehni türlerinde ipotek tesis edilmiştir. İpotek hakkı mutlak bir haktır. Sınırlı ayni hak arasında yer alır ve mal varlığı haklarında bulunur. Güvence altına aldığı alacağa bağlı olduğundan fer-i bir haktır. İpoteğin illa borçlu taşınmazı üzerinde kurulmasına gerek yok .Üçüncü kişilerin taşınmazı üzerinde de kurulabilir. ( TMK m 881/f2 )

AHMET ipotekli taşınmazın mülkiyetini üzerine almıştır. Mal varlağı içinden aynı haklar arasında yer alan mülkiyet hakkı, hukuksal olarak eşya üzerinde, kullanma, yararlanma, tasarruf etme gibi yetkiler sağlar. Mutlak bir haktır . İhlal edildiği zaman herkese ileri sürülebilir.

Önalım hakkı, hak sahibine , taşınmazın üçüncü kişilere satılaması durumda
tek taraflı irade beyanında bulunarak öncelikli olarak taşınmazın sahibi olma yetkisi veren , kurucu yenilik doğuran bir haktır. Nispi bir haktır ve tapu sicilene şerh edilmesi mümkündür. (TMK m 735/f1 ) Ve bu nedenle yetkisi kuvvetlendirilmiş bir hak olarak da nitelendirilir. Bu durumda ALİ nin sahip olduğu hak önalım hakkıdır.

ALİ nın sahip olduğu hak ise üst hakkıdır . bu hak, malvarlığı hakları içinde , sınırlı aynı hak içinde aynı haklar içinde yar alan bir irtifak haktır. Bir başkasının arazisi üzerine yapı inşa etme veya mevcut yapıyı muhafaza yetkisi tanır. ( TMK m 826/f1) Hak sahibi söz konusu olan yapının mülkiyetinin maliki olur. (TMK m726/f1 ). Üst hakkı, hem kişiye bağlı irtifak hemde eşyaya bağlı irtifak olarak kullanılabilir. Aksi kararlaştırılmadığı sürece devredilebilir ve mirasçılara geçer TMK 826/F2 .
Hak sahibinin ölmesi durumunda üst hakkı biter.

GÜNHAN  ve CAN nın yaptığı akıde dayalı oalarak da kurulan hak mecar hakkıdır. Malvarlığı hakları içinde ayni haklar arasında buluan mecra hakkı, eşya üzerinde sağladığı yetki bakımından da sınırlı ayni haktır. Mecar hak gaz, elektrik, su vs maddelerin aktarılaması için bir taşınmazın üstünden yada altından gerekli tesisatı kurma ve ve bahsi edilen maddelrin bu tesisat yolu ile aktarma yetkisi sağlayan bir irtifak haktır


 
 

9 Şubat 2015 Pazartesi

MEDENİ HUKUKA GİRİŞ /KİŞİLER HUKUKU/ AİLE HUKUKU ; Alacak hakkı, borç ilişkisi, mülkiyet hakkı, sınırlı ayni hak Mutlak hak, nispi hak, Alacak hakkı, borç ilişkisi, fer'i mülkiyet hakkı, sınırlı ayni haklar irtifak hakları, rehin hakları, ipotek, bağlı haklar , şerh yoluyla etkisi kuvvetlene haklar, önalım hakkı ; TMK m. 726/f1, 735/f1 , 826/f1,2 , 838/f2 , 881

OLAY 3 ;
  Ömer ile Ayşe  bir akit  ile Ömer, Ayşe den 4 bin alarak borçlanmıştır. Parayı tekrar alabilmek için güvence olarak Zeynep'in maliki olduğu taşınmazlardan biri üzerinde Ayşe lehine İPOTEK  tesis edilmiştir . Zeynep malik olduğu ipotekli taşınmaz, Ahmet'e   satılarak Ahmet  adına tescil edilmiştir. Diğer taşınmaz üzerinde ise  Ali lehine , şart koşulu olarak taşınmaz üçüncü kişilere satılması durumunda , tek taraflı irade beyanı ile , öncelikli taşınmazın maliki olabilme yetkisi tanıyan bir hak tesis edilmiş ve bu hak tapuya şerh edilmiştir. Daha sonra söz konusu olan taşınmaz üzerinde Özcan lehine, yapı inşa etme  hakkı verilmiştir. Anılan yapının mülkiyetini elde etme yetkisi veren bir hak tesis edilmiştir. Anlaşma gereği anılan hakkın devredilemeyeceği ve mirasçılara intikal etmeyeceği kararlaştırılmış. Bir başka taraftan ise Can bitişik olan (x) , (y),( z )  isimli taşınmazlardan (x) ve ( Z) adlı taşınmazların malikidir. (y)'nin  maliki ise Günhan'dır . Can  , ihtiyaç olduğunu düşündüğü bir çeşmenin suyunu  (z) adlı taşınmaza  çekmek için , Günhan 'ın taşınmazı altından boru ile  çekmek zorundadır. Bu sebeple Can ve Günhan bir sözleşme ile Can  lehine ,söz konusu suyu  çekmek için Günhan' ın  taşınmazı altından çekilmesine karar verilerek, Can'a aynı bir hak tesis edilmiştir .

SORULAR :
 Söz konusu olay ile ilgili ilişkilerden doğan haklar nelerdir ? Niteleyiniz 

                                                 Başarılar diliyorum  Av. Özcan  can

4 Şubat 2015 Çarşamba

MEDENİ HUKUKA GİRİŞ/ KİŞİLER HUKUKU / AİLE HUKUKU yenilik doğuran hak, yenilik doğuran hakların özellikleri, şarta bağlanmış yenilik doğuran haklar, nispi haklar, nispi hakların kuvvetlendirilmesi,alım hakkı, geri alım hakkı, alım hakkının tapuya şerhi, şerhin etkisi TMK m 736/f1, 1009

CEVAPLARI 


C1 Zümranın sahip olduğu alım hakkı, hak sahibine tek taraflı irade beyanında bulunarak, bir taşınmazın alıcısı olabilme yetkisi veren KURUCU YENİLİK DOĞURAN HAKTIR. Alım hakkının bir sonucu olarak Ömer ile Zümra arasında satış sözleşmesi kurulmuştur. Zümra taşınmazın mülkiyetine hak kazanmıştır. 

Alım hakkı nispi bir haktır. tarafları bağlar üçüncü kişileri bağlamaz. TMK 736/F1 göre alım hakkının şerhi mümkündür. Şerh nispi hakka etki etmez hak yani niteliği değişmediği gibi ayni hak da olmaz. Şerh ile sadece nispi hakkın alanı genişler. Şerh sonucu olarak taraflar arasındaki borç ilişkisi, eşyaya bağlı borç ilişkisine dönüşür .Bu durumda, alım hakkı   şerhten sonra taşınmazı iktisap eden her malike karşı kullanılabilir. Ayrıca Alım hakkına maruz kalan her malik .Taşınmazın mülkiyetini alım hakkı sahibine devretmek zorundadır.

Alım hakkın şerhi edildiğinden eşyaya bağlı borç ilişkisi doğmuştur. Şerhten sonra taşınmazın mülkiyetini kazanan Ahmet Alım hakkın kullanılması üzerine , taşınmazın mülkiyetini Zümra ya devretme borcu altına girmiştir. Yeni malik Ahmet şerh edilmiş alım hakkının önceki Ömer tarafından tanındığı  , bu nedenle kendisini bağlamadı iddiası geçerli değildir. 

Alım hakkını kullnan Zümra ya karşı , mülkiyeti devretmekten kaçınırsa Zümra mahkemeye baş vurarak mülkiyetin kendisine hükmen geçirilmesini isteyebilir. 
Açılacak dava kurucu yenilik doğuran niteliğine sahip olacaktır. Mahkeme kararı ile mülkiyeti  Zümra kazanacaktır

Kural olarak yenilik doğuran haklar şarta bağlanamaz . Bu durum dava yolu ile yenilik doğuran haklar bakımından kesindir. Şarta bağlı dava açılamaz ve şarta bağlı hüküm verilemez . Bu durum sonucu olarak boşanma veya evlenmenin butlanı gibi yenilik doğuran haklar şarta bağlanmaz. Bununla birlikte yenilik doğuran işlem yoluyla kullanılan bazı haklar şarta bağlanabilir 

Yenilik dorucu hakkın şarta bağlanamaması durumu muhatap bakımından oluşturacağı hukuki belirsizliğe engel olma düşüncesinin bir sonucudur. Eğer böyle bir belirsizlik olmayacaksa yenilik doğuran haklar bağlanmayacağı kuralı uygulanmaz . 

Olayda şartın gerçekleşmediği yada gerçekleştiği durumlar Ali'nin  iradesine bağlıdır. Şart olarak kararlaştıran olgu Ali bakımından belirsizlik durumu yaratmaz. Arsaya fidanların dikilmemesi Alinin iradesine bağlıdır. Böylelikle Alinin hukuki durumu bakımından bir belirsizlik yoktur. Böylelikle , yenilik doğuran hak niteliğindeki alım hakkın şarta bağlanması mümkündür .


C1 Nispi hakların şerhi sonucu ayni etki yada munzam etki  denilen durum ortaya çıkar .Şerhten sonra taşınmaz üzerinde kurulan Ve şerh edilmiş nispi hak sahibine  zarar  veren hakların ortadan kaldırılması mümkündür. 

Alım hakkı şerhinden sonra  taşınmaz üzerinde Ahmet lehine kurulan intifa hakkı , şerh edilmiş nispi hakka zarar veren niteliktedir. Alım hakkın kullanılmasına bağlı olarak taşınmazın mülkiyetini kazanan Zümra , söz konusu mülkiyeti, intifa ile yüklü olarak kazanır. Mülkiyetten doğan yetkileri yoğun biçimde sınırlayan intifa hakkı , aynı zamanda mülkiyetin değerini de düşürür. Bu durum da Zümra'nın  intifa hakkın ortadan kaldırılması  mümkündür

Ahmet bunu kabul etmemesi söz konusu olacaksa, Zümra' nın açacağı bozucu yenilik davası ile hakimin vereceği bozucu yenilik doğuran bir karar ile intifa hakkı ortadan kaldırılması mümkündür .

2 Şubat 2015 Pazartesi

MEDENİ HUKUKA GİRİŞ/ KİŞİLER HUKUKU / AİLE HUKUKU yenilik doğuran hak, yenilik doğuran hakların özellikleri, şarta bağlanmış yenilik doğuran haklar, nispi haklar, nispi hakların kuvvetlendirilmesi,alım hakkı, geri alım hakkı, alım hakkının tapuya şerhi, şerhin etkisi TMK m 736/f1, 1009

Olay 2 : Ömer sahibi olduğu taşınmaz üzerinde Zümra lehine alım hakkı tanınmış ve bu hak tapuya şerh edilmiştir. Daha sonra taşınmaz Ahmet'e satılarak adına tescillenmiştir. Zümra sahip olduğu alım hakkını yeni malik Ahmet'e karşı ileri sürerek, taşınmazın adına tescil edilmesini istemiştir. Ahmet ise Zümra'nın zamanındaki alım hakkının kendisini bağlamadığını ileri sürmüştür.Ömer sahibi olduğu başka taşınmaz olan arsasını damadı aliye satmış ve Ali için tescil edilmiştir.  Ömer söz konusu  Arsaya fidan dikmektedir ve bu işin artık damadını yapmasını istemektedir.Ancak damadın arsaya fidan dikmekle uğraşmadığı için sinirlenen Ömer, Arsayı Aliden almak isteyerek mülkiyetini ele geçirmek amacı ile kendi lehine geri alım hakkı kurulmasını sağlamıştır.  Damadın arsaya ayak basmak istemesi, gerim alım hakkını kullanan ancak hukuki sonucun doğması için  Ali 'nin  5 ay içerisinde eğer fidan göbreleme yapmaması koşuluna bağlanmıştır.   
                                     Sorular
s1 Zümranın hakkının niteliği hakkında bilgi veriniz .Bu hak Ahmet e karşı ileri  sürülmesi mümkün mü ?

s2 Yenilik doğuran haklar nazarından bakılarak, geri alım hakkın şarta bağlı olarak kullanılması şeklinde olabilir mi?

s3 Hukuki ilişkiler göz önünde bulundurarak , bu ilişkilerden doğan hakların niteliği hakkında bilgi veriniz

s4 Alım hakkının şerhinden sonra Ömer tarafından söz konusu taşınmaz üzerinde Ahmet lehine intifa  hakkı kurulduğunu, ve bu arada Zümra nın da alım hakkını kullanarak taşınmazın maliki olduğunu varsayınız. Yeni malik Zümra , İntifa hakkını sonuçsuz bırakabilir mi ? Açıklayınız
 ,
Not TMK m 736/f1 1009 bakmanızı öneririz
                                                                                   Başarılar diliyorum hukuk kurdu Ömer

30 Ocak 2015 Cuma

Medeni hukuka giriş/ kişiler hukuku / aile hukuku mülkiyet hakkı ,intifa hakı , üst hakkı ,oturma hakkı ,bağlı hakkı , eşyaya bağlı irtifaklar ,düzensiz kişisel , şahsa bağlı irtifaklar ,şahısla kaim irtifak hakları Olay 1 çözümleri TMK m726/f1, 806/f3 826/f1

CEVAPLAR  OLAY 1 :
 C 1) Fatıma taşınmaz üzers1)  ?inde intifa hakkına sahiptir .İntifa hakkı , hakkı sahibine ayrılamaz biçimde bağlı bir hak olup , mirasçılara geçmesine imkan yoktur . Aynı şekilde devredilmezliği söz konusudur.Lakin bu hak bizzat kullanma zorunluluğu yoktur.Yani kullanımın devri olabilir. ( TMK m 806/f1) olayımızda Fatıma İntifa hakkı sahibi Fatıma bu hakkın kullanımını Paşa ya devretmiştir. böylelikle Fatıma ile Paşa arasında bir borç ilişkisi söz konusu olmuştur. İntifa hakkın kullanımın devri nispi niteliktedir. ve bu hak, Fatma'nın intifa hakkına bağlıdır .İntifa hakkı sona erdiğinde kullanım hakkı da sona ermektedir .

C2)  Oturma hakkı da intifa hakkı gibi, şahısla kaim hakkın arasında bulunur . Bu haklar devredilemez ve mirasçılara bırakılamayan haklardır.Ancak intifa hakkın kullanımın devri mümkündür ( tmk  806/f1).

TMK m 823/f3 ' e göre Kanun aksi öngörmedikçe ,intifa hakkına ilişkin hükümler , oturma hakkı içinde geçerlidir. İntifa hakkından farkı   niteliği gereği kullanım hakkı devredilemez. Olayda Can binanın kullanılmayan kısımlarını devredemez .

C3) Düzensiz kişisel irtifaklar arasında yer alan üst hakkı, belirli bir kişi lehine kurulacağı gibi, belirli bir taşınmaz lehine de kullanılabilir. İntifa hakkı ve oturma hakkı ise ancak belirli bir kişiler lehine kullanılabilir. Yani üst hakkı hem kişiye bağlı hemde eşyaya  bağlı irtifak biçiminde kurulması mümkün. Üst hakkı kişiye bağlı irtifak hakkı olan mirasçılarına devri mümkündür. ( TMK m 826/f3) Anlaşmaya bağlı olarak kişiye bağlı üst hakkın devri de mirasçılara geçişi de mümkün olamayabilir . Buna Şahısla kaim irtifak hakkı denilir . Bunun yanında devri mümkün ama miras bırakılamaz yada devri mümkün olmadan mirasçılara bırakılması mümkün şeklide de yapılabilir . Bu iki durum şahısla kaim irtifak hakkı özelliğini ortadan kaldırır.

 Olayda görüldüğü gibi, üst hakkının eşyaya bağlı irtifak hakkı , lehine üst hakkı kurulan taşınmaza kim malik olursa , üst hakkı sahibi de odur . Ömer '' yüklü taşınmaza '' Günhan da '' yararlana taşınmaza''  sahipler. Üst hakkı sahipliği, eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip bağlandığı için yararlana taşınmaza malik olduğu için  üst hakkını da kazanır.Eşyaya bağlı bağlı irtifak biçiminde kurulmuş üst hakkın, yaralanan taşınmazın mülkiyetinden bağımsız olarak devredilmesi mümkün değil.

Hak sahibine tam kullanma ve yaralanma yetkisini tanıyan irtifak hakkı, intifa hakkı olarak adlandırılır. Diğer irtifak haklarında bu görülmez .

C4) Üst hakkı bir arazinin üstünde yada altında, yapı yapma yada olan bir yapıyı muhafaza etme ve söz konusu yapının mülkiyetine sahip olma yetkisi veren irtifak hakkıdır. ( TMK  M 726. 826 / F1 )
Yüklü taşınmaz malikinin mülkiyet hakkından doğan yetkileri, üst hakkı sahibi lehine sınırlanmış olur .

olayda , taşınmaz maliki Ömer'rin taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkı devam ederken , üsta hakkına dayalı olarak taşınmaz üzerinde inşa edilen yapıda da Günhan ' nın mülkiyet hakkı bulunur .Arazi ve yapı üzerindeki mülkiyet hakları  bir birinden bağımsızdır. Buna karşılık yapı üzerindeki mülkiyet hakkı, üst hakkına ayrılamaz bir biçimde bağlıdır. Yapı üzerindeki mülkiyet hakkı tek başına tasarruf işlemine konu olamaz .


Yapı üzerinde ki mülkiyet hakkın devri, üst hakkın devrinden bağımsız olamazÜst hakkı devri kime geçse yapı üzerindeki mülkiyet de ona geçer



28 Ocak 2015 Çarşamba

MEDENİ HUKUKA GİRİŞ/ KİŞİLER VE AİLE HUKUKU OLAY 1 MÜLKİYET HAKKI ,İNTİFA HAKKI, ÜST HAKKI, OTURMA HAKKI, BAĞLI HAKLAR, EŞYAYA BAĞLI İRTİFAKLAR, DÜZENSİZ KİŞİSEL İRTİFAKLAR,ŞAHSA BAĞLI İRTİFAKLAR,ŞAHISLA KAİM İRTİFALAR HAKLARI TMK m 726/f.1 ,TMKm823/f1, TMKm826/f1

Olay 1: Ömer , mülkiyet hakkı sahibi olduğu taşınmazlardan biri üzerinde Fatıma lehine, intifa hakkı, diğer taşınmaz  üzerinde Can lehine oturma hakkı, bir diğer  taşınmaz üzerinde ise Günhan'ın  mülkiyet hakkı sahibi taşınmaz lehine üst hakkı kurmuştur. Sonra Fatıma sahibi olduğu hakkın kullanımını Paşa' ya devretmiştir. Can , taşınmazın kullanmayan kısımlarını kiraya vermeyi istemiştir . Günhan ise üst hakkını kullanarak Ömer'in taşınmazı üzerinde bir inşaat inşa etmiştir.

SORULAR :
s1) atıma ile Paşa arasındaki hukuki ilişki nedir ? Paşa' sahibi olduğu hakkın niteliği hakkında bilgi veriniz ?

s2) oturma hakkı niteliğini göz önüne alarak bu hak sahibinin kullanmadığı kısımlarını kiraya verebilir mi? Açıklayınız

s3) Ömer sahibi olduğu taşınmaz üzerinde, Günhan sahibi olduğu taşınmaz lehine üst hakkı kurulması mümkün mü ? Aynı durumda tam kullanma ve yararlanma yetkisi sağlayan bir irtifak hakkı kullanılabilir mi ? Açıklık getiriniz

s4) Üst hakkına dayanarak inşa edilen yapı üzerinde Günhan' nın  sahibi olduğu hak tanımı nedir ?  Bu hakkın, üst hakkından bağımsız olarak devri mümkün müdür ? Açıklayınız